6 Haziran 2011 Pazartesi

FİLİSTİN İŞGALİNİN 44 YILI: İSRAİL ZULMÜ ve ZULME ABD DESTEĞİ DEVAM EDİYOR !!!


Filistin Tutukluları Derneği Başkanı Kadura Fares 7 Mart’ta BM Filistin Sorunu Uluslararası Oturumu’nda İsrail hapishanelerinde ve tutuklu merkezlerindeki siyasi tutukluların durumuna ilişkin bir sunum yaptı. Fares şunları kaydetti:




Stephen Lendman* / TIMETURK


Filistin’in canice işgali 44 yıldır sürüyor. Bu süre boyunca İsrail, insanlığa karşı en vahşi suçları işlemiş, her uluslararası kaideye karşı geldi. İşgalci İsrail, çoğunluğu savunmasız siviller olmak üzere halkımızdan on binlercesini katletti. 800 binden fazla insanımızı tutukladı. On binlerce Filistinliyi sakat bıraktı. Bunların yüzde 30’u eski sağlıklarına kavuşamayacak. Dahası binlerce hanemiz, ekinimiz ve mülkümüz yok edildi. Tüm bunların hepsi dünyanın gözü önünde cereyan etti. Hatta İsrailli hahamlar, büyüyünce düşmanlar haline geleceği için ‘Filistinli bebeklerin katledilmesini meşru’ bile saydı.”


Birçok hukuk dışı örneği aktaran Fares, BM’den “işgale son verilmesi ve Filistinlilerin Kudüs’ü başkent olan bağımsız bir devlet içerisinde özgürce yaşaması” için yardıma çağırdı.


Bu Haziran’ın 6’sında, insanlığa karşı düpedüz cinayet bu işgal, 44’ncü yılına girecek. Buna rağmen dünya liderleri, Filistinlilerin eşitliğini, adaletini ve özgürlüğünü reddederek demokrasiyi benimseyenlere yalan söylüyor. İsrail çoktan bunu reddetti, özellikle de Yahudi olmayanlar için.


1948’deki savaş, acımasızca köyleri ve şehirleri yok etti, masum sivilleri katletti, tecavüzler ve diğer vahşetlere imza attı. Filistinlilerin evlerini ve mülklerini dümdüz etti ve tarihi Filistin’in yüzde 78’ini ele geçirdikten sonra dahi vatanlarına geri dönmelerine engel oldu.


Altı-Gün Savaşları’nda, kolayca kazanabileceklerini bildikleri ve kazandıkları uzun zamandır planlanan saldırganlığı esnasında da gerisini ele geçirdi. İddiaları komşularından önce davranıp kendilerini savunmaktı.


The New York Times’ta yer alan Başbakan Menachem Begin (1977-83), 1982’de konuşmasında şunları söyledi:


“Haziran 1967’de, bir fırsatımız vardı. Sina yakınlarından Mısır Ordusu unsurları, (Başkan Cemal Abdül) Nasır’ın (1956-1970) saldırmak üzere olduğunu göstermiyordu. Dürüst olmak gerek. Saldırmaya karar veren bizlerdik”.


Şubat 1968’te iki kez Başbakan olan İzak Rabin (1974-1977 ve 1992-1995), Fransız gazetesi Le Monde’ye şöyle konuştu:


“Nasır’ın savaş istediğine inanmıyorum. Sina’ya 14 Mayıs’ta gönderilen 2 tümen, İsrail’e saldırmak için yeterli değildi. O da bunu biliyordu, biz de biliyorduk”.

O zamanın İsrail Hava Kuvvetleri Komutanı General Mordechai Hod 1978’te şunları söyleyecekti:


“On altı yıllık plan o ilk 8 dakikaya sığdı. Planla yaşıyorduk. Planla uyuyorduk. Planla doyuyorduk. Sürekli mükemmelleştirdik”.


Nisan 1972’te İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Komutanı General Haim Barlef ise şöyle dedi:


“Altı-Gün Savaşları arifesinde soykırım tehdidiyle karşı karşıya değildik ve böyle bir olasılık aklımıza bile gelmedi.”


Diğer İsrailli liderler ve generaller de aynı değerlendirmeyi seslendirerek, bırakın başka seçeneği olmamasını ve önleyici olarak savaşa başlatmayı, İsrail’in tehdit dahi edilmediğini söyledi. Aslında, başka bir seçenek vardı. Barışı tercih edebilirdi fakat etmedi. Daha önce ya da ondan sonra da etmedi. O zamandan bu güne en cani katliamlarını destekleyen mutemedi/ortağı Amerika gibi emperyalist çıkarlarını takip etti.


Yahudilerin oraya herkesten önce geldiği iddiasıyla ‘topraksız bir halk için halksız bir toprak’ üzerinde atalarının vatanını kurmak için 1967’de İsrail’in üçüncü büyük savaşını gerçekleştirdi.


İsrail’in 1948’teki “Bağımsızlık Savaşı” ilk önleyici savaşıydı. Filistinliler onu Nakba, Büyük Felaket Günü olarak adlandırır. Daha fazla saldırı 1956 Kasım’ında İngiltere ve Fransa’yla birlikte Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi üzerine Mısır’a karşı oldu. 8 gün sonra ABD ve Rusya baskısı sona erdirdi, İsrail son birliklerini 1957 Mart’ında geri çekti ancak saldırgan niyetlerini terk etmedi.


Bir on yıl kadar sonra, daha fazla savaş ve işgal takip etti. Öncesinde Dışişleri Bakanı, Lyndon Johnson’un desteğini aldı.


5 Haziran 1967’de başlayan şey, gücün etkileyici bir sergilenişi oldu. İsrail ilk gün kolaylıkla Mısır’ın 300’den fazla uçaktan oluşan hava gücünün yüzde 90’ını daha kalkmadan ve Suriye hava kuvvetlerinin 3’te 2’sini tahrip etti.


Yirmi dört saat sonra İsrail Hava Kuvvetleri Komutanı Mordechai Hod, birleşik Arap hava kuvvetlerinin yok edildiğini ilan etti. Yıkıcı sonuçlar bunu ispatlıyordu. İsrail’in 19 savaş uçağına karşı, Mısır 300, Suriye 60, Ürdün 35, Irak 15 ve Lübnan 2 uçak kaybetmişti.


Bu arada Filistinliler kalan tarihi Filistin’in yüzde 22’sini de yitirerek vatansız hale geldiler. İsrail Batı Şeria ve Gazze’yi ikinci gün işgal etti.


Üçüncü gün IDF birlikleri kuzey Sina’ya girdi, Mısır tugaylarını yok etti, Kudüs’ü ele geçirdi ve Ürdün’ü teslim olmaya zorladı.


Dördüncü gün, Haramı Şerif’i ve Merkez Sina’yı işgal ettiler. Beşinci gün tüm Sina’yı ve Suriye’nin Golan tepelerini (değerli su kaynakları dâhil) ele geçirerek Süveyş Kanalı’na ilerlemeye başladılar.


Savaş başlamadan bitmişti fakat İsrail acıma göstermedi. Karşılıksız hava gücünü kullanarak yerdeki binlerce savunmasız Mısırlı askerleri vahşice katletti.


Zarar görmeyen uçakların kalkmasını engelleyerek yerde kolay hedef hala getiren asfalt patlatan bombalar dahil İsrail’e son teknoloji silahlar ve mühimmat sağlayan Washington’un desteklediği bir kuş avıydı bu. Daha da fazlası ihtiyaç olursa müdahaleye hazır ABD uçak gemisi filosu istihbarat ve iletişim yardımı sağladı. USS Liberty saldırısını görmezden gelerek İsrail’in savaşında etkin şekilde yer aldı.


Akdeniz’deki Sina’dan 13 deniz mili uzaklıktaki bölgeleri takip ederken, İsrail uçakları ve torpido gemileri USS Liberty’e saldırdı. Daha sonra baş pilot onun ABD gemisi olduğunu bildiklerini itiraf etti. 34 kişinin ölmesini, 170 kişinin yaralanmasına ve ağır hasara rağmen, Savunma Bakanı Robert McNamara, düpedüz saldırı olduğunu bilmesine rağmen olayı “hatalı tespit” olarak adlandırdı.


Daha sonra emekli Genel Kurmay’dan Amiral Thomas Moorer olayı, ABD kuvvetlerine karşı bile olsa Washington’un şıracılığını yaptığı İsrail’in en kötü vahşetlerine dair “klasik Amerikan örtbaslarından biri” olarak nitelendirdi.


İşgal artık bitsin


Web sitesi (EndtheOccupation.org) “harekete geç” çağrısını, “işgalden kurtulma, barış ve güvenlik içinde var olma gibi eşit şartları” destekleme olarak açıklıyor.


325 farklı gruptan oluşan üyeleri arasında, sivil ve insan hakları eylemcileri; Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler gibi din-temelli organizasyonlar; öğrenciler; Filistin’de adalet ve barış savunucuları bulunuyor. Hepsi ABD’nin işgale verdiği desteğin sonlanmasını istiyor.


İçlerinde Uluslararası Dayanışma Hareketi’nin (ISM) de bulunduğu başka örgütler de bulunuyor. ISM kendisini şöyle tanıtıyor:


“Şiddet dışı ve doğrudan eylemle “Filistin’deki İsrail Irkçılığına (Apartheid) direnmeye kararlı Filistinli bir hareket”.

Diğer Direniş


On May 15, the Iranian Fars News Agency headlined, "Israeli Occupation of Palestine Continues Amid Int'l Inaction," saying:


15 Mayıs’ta İran Fars Haber Ajansı, “İsrail’in Filistin’deki işgali uluslararası eylemsizlik arasında sürüyor” diye yazdı; “44 yıllık işgal, “kan dökme ve yıkım, tüm uluslararası hukukun ve ahlaki standardın doğrudan çiğneyen İsrail’in omuzlarında bulunuyor” dedi.


Global Exchange göre:


“Bizler, İsrail hükümetinin politikalarını ve onları destekleyen Birleşik Devletlere karşısındayız. İki tarafın da barış içerisinde yaşayabilecekleri çözümü engelleyen ABD’dir”.


Uluslararası hukuka ve işgalin sona ermesi ile İsrail’in hukuki yükümlülüklerine uymasını isteyen sayısız BM kararına rağmen Filistinliler hala yok sayılıyor.


Filistin Daimi Gözlemcisi BM Genel Sekreteri ve Güvenlik Konseyi’ne seslendiği 16 Mayıs’taki konuşmasında şunları söyledi:


“Filistinliler hala “yerlerinden edilmiş, mülkleri ellerinden alınmış ve sürülmüş” mülteciler ya da Filistin Toprağı altında “İsrail’in saldırgan işgali altında” yaşayanlardır. Doğu Kudüs’te en temel hakları sistematik şekilde yok sayılıyor ve 44 yıldır işgalci İsrail’in ellerinde savaş suçlarına maruz kalıyorlar. İsrail açıkça “Filistin halkının haklarını ve var oluşunu küçümseyerek kolektif şekilde cezalandırıyor, aşağılıyor, sindiriyor ve her tür eziyeti gerçekleştiriyor”.


Kararlı şekilde karşı konulmadığı için işgal, çatışma ve acı devam ediyor. Tüm bölgeyi ve dünya barışını etkiliyor. Yine bu sene, Filistinliler kendi kaderini tayin ve Doğu Kudüs başkent olarak 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devleti kurulması için “sorumluluğu uyarınca uluslararası toplumdan kendi Sözleşmesini uygulama çağrısı” yaptı. Filistinli mültecilerin haline son verecek adil bir çözüm talep edildi.


“Bu mektup (önceki 390’ı gibi) Doğu Kudüs dâhil İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki krize dairdir. Tüm savaş suçları, devlet terörizmi ve Filistin halkına uygulanan sistematik insan hakları ihlalleri için İsrail sorumlu tutulmalı ve sorumlular adalet önüne çıkarılmalıdır”.


Haziran 5’te Nakba (İsrail’in İşgal Felaketi) Günü organizatörleri Filistinli mültecilerin 44 yıllık işgale karşı İsrail sınırlarına tekrar yürüyeceklerini söyledi. İsrail İşgal Kuvvetleri’nin uyguladığı vahşet neticesinde sivil göstericilerin 20’den fazlası katledildi ve düzinelercesi de yaralandı.


Organizatörler bir kez daha bunun “Filistinli mültecilerin Hayfa, Haffa, Mecdal, Bi’r As-Sab ve tüm Filistin kasabalarına dönüşünün başlangıcı” olduğunu söyledi. Nakba (İsrail Kuruluş Felaketi) Günü yürüyüşü tek bir seferlik olay değil bilakis Filistinlilerin ‘tarihi mücadelelerinde’ yeni bir safha olduğunu belirttiler.


Haziran 1’de Uluslararası Orta Doğu Medya Merkezi yazarı Kevin Murphy şu başlığı attı: “Göstericiler Nakba Günü’nü (5 Haziran) ilan etti”. Murphy şunları dile getirdi.


“İsrail-Lübnan sınırında başka yürüyüşler de planlanıyor. Eil Hilveh mülteci kampı yöneticisi Münir Makda “50 bin mültecinin İsrail sınırlarına Marun Er-Ras ve Nakura olmak üzere 2 yoldan ilerleyeceğini” söyledi. Dönüş hakları verilene kadar çadırları sökmeyecekler.”


Başka gösteriler de onları destekleyecek. Gazze’de, Batı Şeria’da Kudüs’e yürüyüşler olacak. Aynı zamanda İsrail’in Londra’da ve tüm dünyadaki elçilikleri önünde Filistinlilere destek için gösteriler tertip edilecek.


Son söz


Naksa Günü öncesinde 1 Haziran’da İsrail, kışkırtıcı Kudüs Günü’nü düzenledi. 2 Haziran’da Haaretz yazarı Yair Ettinger, Jonathan Lis ve Nir Hasson “Kudüs Günü şiddetinde 24 kişi tutuklandı” başlığını attı.


“Yirmi dört Filistinli ve Yahudi “birkaç nadir ırkçı hakaret, yumruklaşma ve taş atma olayının meydana geldiği geleneksel bayrak yürüyüşü esnasında dün tutuklandı.” On binlerce aşırı-Ortodoks fanatik ve sağcı yerleşimler Şeyh Cerrah’a yürüdü. Doğu Kudüs’te Arapların çoğunluk olduğu bu bölgede 2 bin 800 Filistinli yaşıyor. Diplomatik elçilikler ve tanınmış tarihi binalar da bu bölgede bulunuyor.”


Yerleşimciler ancak burayı geri istiyor. Düzinelerce Filistinli aileyi yerlerinden edip yüzlercesini riske atarak Filistinlilerin haklarına tecavüz etmeyi sürdürüyorlar.


Aynı gün Netanyahu özel Knesset oturumunda konuştu. Doğu Kudüs’teki süren yasadışı yerleşim inşaatlarını destekleyerek, bir dahaki Kudüs Günü’nde şehrin tekrar bölünmeyeceğine ant içti.


Kadima lideri Tzipi Livni, aynı şeyleri dile getirdi. “ ‘Onların’ ya da ‘bizim’ Kudüs’ümüz yok” diyerek Filistinlilerin haklarını ve adaletini küçümsedi.


Doğu Kudüs’te Filistinlileri küçümseyen Netanyahu ve aşırı destekçileri nedeniyle gün boyunca gerilim yüksekti.


Bununla birlikte Naksa Günü yürüyüşleri, önlerine ne çıkarsa çıksın, kendi ülkelerindeki kendi topraklarında bağımsızlık dışında hiçbir şey kabul etmeyeceklerine dair kararlılıklarını ortaya koyuyor. Onların cesareti herkesin desteğini hak ediyor.


* Stephen Lendman, Chicago’da yaşayan bir aktivist. Progressive Radio Network’de radyo programları yapıyor.


Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.


www.timeturk.com - 05 Haziran 2011 Pazar - 12:48

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder